Silsile-i Aliyye’nin on birinci halkası, kalpleri gaflet uykusundan uyandırmak için “Sayha” (çığlık/ses) kılıcını çeken, elinin emeğiyle geçinen ve “Gilkâr” (Duvarcı Ustası) olarak bilinen büyük veli Hâce Mahmûd İncir Fağnevî (k.s.) Hazretleri ile devam ediyoruz.
Gaflet Uykusunu Bölen Çığlık: Hâce Mahmûd İncir Fağnevî (k.s.)
Silsile-i Zeheb’in (Altun Silsile) on birinci burcunda, tarikata yeni bir nefes, farklı bir usul ve celalli bir duruş getiren Hâce Mahmûd İncir Fağnevî (kuddise sirruh) Hazretleri yer almaktadır. O, bir önceki mürşidi Hâce Ârif er-Rîvegerî’nin (k.s.) vefatına yakın verdiği icazetle, o güne kadar “Hafî” (Gizli) olarak yapılan zikri, zamanın ihtiyacına binaen “Cehrî” (Sesli/Açıktan) olarak icra etmeye başlayan ve Buhara semalarını “Allah” nidasıyla inleten bir manevi komutandır.
Mürşid-i kâmiller manevi tabiblerdir. Hastalığın türüne göre ilacı değiştirirler. Hâcegân yolunun piri Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s.) döneminde ilaç “Sessizlik” iken, Mahmûd İncir Fağnevî Hazretleri döneminde kalpler öylesine katılaşmış, gaflet perdesi öylesine kalınlaşmıştı ki, o perdeyi yırtmak için kuvvetli bir “Darbe-i Zikir” (Zikir vuruşu) gerekiyordu. İşte Fağnevî Hazretleri, o darbeyi vuran zattır.
Fağne Köyü’nün Duvarcı Ustası
Hâce Mahmûd (k.s.), Buhara’nın Vâbkent ilçesine bağlı Fağne (veya İncir-Fağne) köyünde dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1200’lü yılların başlarında yaşadığı ve Hâce Ârif er-Rîvegerî’nin (k.s.) uzun ömrünün son demlerinde ona yetiştiği malumdur[1]Mevlânâ Ali b. Hüseyin Safî, Reşahât Ayne’l-Hayât, s. 98..
Onun hayatı, bugünün insanına “Helal Lokma” dersi verir. O, geçimini kimseye yük olmadan, elinin emeği ve alnının teriyle, duvarcılık ve sıvacılık (Gilkâr) yaparak sağlardı. Bir mürşid-i kâmil düşünün ki; gündüzleri güneşin altında çamur karıyor, tuğla örüyor, inşaatlarda çalışıyor; geceleri ise maneviyat inşaatında gönülleri imar ediyor.
Rivayet edilir ki; Hâce Mahmûd İncir Fağnevî, harç kardığı çamura sürekli zikir okur, “Allah” diyerek malayı vururdu. Onun ördüğü duvarların bulunduğu evlerde huzursuzluk olmaz, o evlere bereket yağardı. Çünkü temeline zikir, tuğlasına ihlas karışmıştı[2]Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 122.. Bu durum, Nakşibendi yolunun “Halk içinde Hak ile beraber olma” (Halvet der Encümen) düsturunun en somut örneğidir.
Sessizlikten Sesli Zikre Geçişin Hikmeti
Bir önceki yazımızda değindiğimiz üzere, Hâce Ârif er-Rîvegerî (k.s.) vefat etmeden önce ona sesli zikir için izin vermişti. Hâce Mahmûd İncir Fağnevî irşad makamına geçince, mescidinde ve dergahında zikri açıktan, halka şeklinde ve yüksek sesle yaptırmaya başladı.
Bu durum, Buhara uleması ve bazı zahir ehli arasında tartışmalara yol açtı. “Hâcegân yolunun piri Gucdüvânî Hazretleri gizli zikri emretmişti, bu yenilik de nedir?” diye itiraz ettiler. Ancak Fağnevî Hazretleri, ferasetiyle biliyordu ki; uyuyan bir insanı fısıldayarak uyandıramazsınız, onu sarsmanız gerekir.
Bir gün rüyasında Hızır Aleyhisselam’ı gördü. Hızır (a.s.), bu usul değişikliği karşısında sükût etmiş, manen tasdiklemişti. Zira bu bir “Bid’at” değil, “Maslahat” (Dinin ve Müslümanların yararı) gereği yapılan bir “İçtihat” idi.
Büyük İmtihan: Alimlerle Zikir Münazarası
Sesli zikrin yankısı Buhara’nın meşhur alimi Mevlânâ Hafızüddin’in kulağına kadar gitti. Hafızüddin, zamanın en büyük fıkıh otoritesiydi ve şeriattan taviz vermezdi. Yanına heyetini alarak Hâce Mahmûd İncir Fağnevî’nin bulunduğu mescide, onu sorgulamaya gitti.
Mescide girdiklerinde Fağnevî Hazretleri dervişleriyle zikir halindeydi. Mevlânâ Hafızüddin sordu: “Ey Hâce! Siz bu yolun büyüklerinden ‘Gizli Zikir’ üzere el aldınız. Şimdi bu yüksek sesle bağırmak, cehrî zikir yapmak da nereden çıktı? Bu dinde, bu yolda var mıdır?”
Hâce Mahmûd İncir Fağnevî (k.s.), o duvarcı ustası tevazusunun altından bir ilim dağı gibi heybetle doğruldu ve şu cevabı verdi: “Bizim bu yüksek sesle zikrimiz; gaflet uykusunda olanları uyandırmak, gafilin kulağına hakkı duyurmak, kalbi ölmüş olanları diriltmek ve hakkı arayanları bu kervana katmak içindir.”[3]Mevlânâ Câmî, Nefahâtü’l-üns, s. 382; Reşahât, s. 100.
Mevlânâ Hafızüddin bu cevabın niyeti halis olsa da fıkhi sınırını çizmek istedi ve sordu: “Peki, bu sesli zikri kimler yapabilir? Her önüne gelen bağırıp çağırabilir mi? Bunun şartı, edebi nedir?”
İşte Hâce Mahmûd İncir Fağnevî’nin (k.s.), kıyamete kadar “Sesli Zikir” yapacaklara koyduğu o muazzam ölçü ve cevap: “Sesli zikri ancak dili yalandan ve gıybetten paklanmış, boğazından haram lokma geçmemiş, kalbi riyadan ve gösterişten arınmış, sırrı (iç dünyası) Hak’tan gayrısına yönelmemiş kişiler yapabilir.”[4]Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Âdâb, s. 45; Reşahât, s. 101.
Mevlânâ Hafızüddin bu cevabı duyunca sarsıldı. Başını önüne eğdi, düşündü ve sonra insafla şöyle dedi: “Ey Hâce! Bu saydığın şartlar o kadar ağır ki… Bu durumda sesli zikir yapmak sadece sana ve senin gibi olanlara helaldir.”
Böylece o büyük alim, Fağnevî Hazretlerinin manevi otoritesini kabul etti ve ona muhabbet duymaya başladı.
Hızır (a.s.) İle Karşılaşması ve “Halk İçinde Hak”
Hâce Mahmûd İncir Fağnevî, Hızır (a.s.) ile sık sık görüşürdü, lakin bunu halktan gizlerdi. Nakledilir ki; Hâce Ali Râmîtenî (bir sonraki halka) henüz intisap etmeden önce bir arayış içindeydi. Bir gün Hızır (a.s.) ile karşılaştı ve ona sordu: “Ey Hızır! Şu zamanda kendisine uyulacak, eteğine yapışılacak mürşid-i kâmil kimdir?”
Hızır (a.s.) ona şu cevabı verdi: “Şu an yeryüzünde, Hâce Mahmûd İncir Fağnevî’den daha yüksek bir makama sahip kimse bilmiyorum. Git ve ona teslim ol.”[5]Reşahât Ayne’l-Hayât, s. 103.
Bu işaret üzerine Ali Râmîtenî Hazretleri, Fağne köyüne giderek Hâce Mahmûd’a intisap etmiştir. Buradaki incelik şudur: Hızır (a.s.) bile onu işaret ediyorsa, onun “Duvarcı Ustası” görünümünün altında kainatı manen idare eden bir “Kutup” saklıdır.
Kerameti: Kuş Sürüsü ve Zikir Meclisi
Hâce Mahmûd İncir Fağnevî’nin kerameti, sözünden çok halindeydi. Ancak bazı harikulade halleri de tevatürle nakledilmiştir. Bir gün dervişleriyle açık alanda cehrî zikir yaparken, üzerlerinden büyük bir beyaz kuş sürüsü geçti. Kuşlar, zikir halkasının tam üzerine geldiklerinde havada sabit durdular, kanat çırpmadan süzüldüler ve adeta zikre iştirak edercesine bir nizam içinde beklediler. Zikir bitince tekrar uçup gittiler. Bunu görenler hayret ettiğinde, Hâce Mahmûd (k.s.) buyurdu: “Onlar, Allah’ın zikrine aşık olan ruhani varlıklardı (veya meleklerdi), zikrin nurunu görünce dayanamayıp iştirak ettiler.”[6]Hace Muhammed Parsa, Faslu’l-Hitab.
Bu hadise, onun zikri ne kadar ihlaslı yaptırdığının, sesinin sadece kulaklara değil, gök ehline de ulaştığının delilidir.
Halifesi ile Diyaloğu ve Emanetin Devri
Hâce Mahmûd İncir Fağnevî, ömrünün sonlarına doğru yerine geçecek kişiyi, en sadık talebesi ve manevi evladı Hâce Ali Râmîtenî (k.s.) olarak belirlemişti. Ali Râmîtenî, ilimde ve irfanda o kadar ilerlemişti ki, bizzat şeyhi ona “Azîzân” (Aziz Kardeşim/Dostum) diye hitap ederdi. Bu sebeple kaynaklarda Ali Râmîtenî “Hâce Azîzân” olarak da geçer.
Fağnevî Hazretleri (k.s.), vefat döşeğindeyken Ali Râmîtenî’ye şu vasiyeti yaptı: “Ey Ali! Bu ‘Cehrî Zikir’ emaneti şimdilik sendedir. Ancak unutma, asıl olan kalbin uyanıklığıdır. İnsanları neyle uyandırabiliyorsan onu kullan. Gerekirse bağır, gerekirse sus. Ama sakın ola şeriatın caddesinden ayrılma.”
Bu vasiyet, Ali Râmîtenî’nin irşad metodunu belirlemiş, o da bu coşkulu zikri devam ettirerek Harezm bölgesine kadar yaymıştır.
Vefatı
Gönül mimarı, duvarcı ustası Hâce Mahmûd İncir Fağnevî (k.s.), Hicri 717 (Miladi 1317) senesinde, doğduğu yer olan Buhara’nın Fağne köyünde fani dünyaya veda etmiştir. Kabr-i şerifi oradadır ve asırlardır “Manevi Uyanış” arayanların sığınağı olmuştur[7]Nefahâtü’l-üns, s. 383; el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 124..
Onun yaktığı “Sesli Zikir” meşalesi, “Dokumacı” (Nessâc) mesleğiyle iştigal eden ve ilmiyle “Azîzân” lakabını alan Hâce Ali Râmîtenî (k.s.) Hazretlerinin elinde daha da parlayacaktır.
Bir sonraki yazımızda; şeyhinin “Aziz” diye sevdiği, Moğol istilasının yaralarını saran, kerametleri zahir ve batın dünyasını kuşatan Hâce Ali Râmîtenî (k.s.) Hazretlerinin hayatını, Harezm yolculuğunu ve irşadındaki latif nükteleri ele alacağız.
Allah (c.c.), bizleri Hâce Mahmûd İncir Fağnevî Hazretlerinin o gür sadasıyla uyananlardan ve istikamet üzere olanlardan eylesin.
Dipnot
| ↑1 | Mevlânâ Ali b. Hüseyin Safî, Reşahât Ayne’l-Hayât, s. 98. |
|---|---|
| ↑2 | Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 122. |
| ↑3 | Mevlânâ Câmî, Nefahâtü’l-üns, s. 382; Reşahât, s. 100. |
| ↑4 | Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Âdâb, s. 45; Reşahât, s. 101. |
| ↑5 | Reşahât Ayne’l-Hayât, s. 103. |
| ↑6 | Hace Muhammed Parsa, Faslu’l-Hitab. |
| ↑7 | Nefahâtü’l-üns, s. 383; el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 124. |
Sohbete Katıl