Silsile-i Aliyye’nin sekizinci halkası, Orta Asya maneviyatının kurucu babası, hem Ahmet Yesevi’nin hem de Şah-ı Nakşibend yolunun membaı olan Hâce Yusuf el-Hemedânî (k.s.) Hazretleri ile devam ediyoruz.
Horasan’ın Manevi Mimarı: Hâce Yusuf el-Hemedânî (k.s.)
Silsile-i Zeheb’in (Altun Silsile) sekizinci burcunda, İslam tasavvuf tarihinin en kritik kavşaklarından birinde duran, “Hocaların Hocası” (Hâce-i Hâcegân) Hâce Yusuf el-Hemedânî (kuddise sirruh) Hazretleri yer almaktadır. O, öyle bereketli bir pınardır ki; kendisinden sonra Türkistan ve Anadolu coğrafyasını mayalayacak olan iki devasa nehir, Yeseviyye (Ahmet Yesevi kolu) ve Hâcegân/Nakşibendiyye (Abdülhalik Gucdüvânî kolu) onun dergahından doğmuştur.
Bir önceki yazımızda Ebû Ali Fârmedî (k.s.) Hazretlerinin yetiştirdiği büyük alimlerden bahsetmiştik. İşte Yusuf Hemedânî (k.s.), Fârmedî’nin ilim ve feyzini Merv şehrine taşıyarak orayı “Horasan’ın Kabesi” haline getiren büyük bir kutuptur.
Bağdat’tan Merv’e İlim Yolculuğu
Hâce Yusuf el-Hemedânî (k.s.), Hicri 440 (Miladi 1048) yılında Hemedan’ın Bûzencird köyünde dünyaya gelmiştir. Henüz 18 yaşındayken ilim aşkıyla yanıp tutuşarak dönemin ilim merkezi Bağdat’a gitmiştir. Burada Nizamiye Medresesi’nin baş müderrisi ve Şafi fıkhının zirvesi Ebû İshak eş-Şîrâzî’den ders almıştır. Zekası ve gayretiyle hocasının takdirini kazanmış, yaşı küçük olmasına rağmen fıkıh ve münazara meclislerinde söz sahibi olmuştur.
Ancak zahiri ilimlerdeki bu yükselişi, kalbindeki susuzluğu dindirmemiştir. O, “Satırlardan sadırlara” geçmek istemiş ve yolunu İsfahan ile Semerkant’a çevirmiştir. İşte bu arayış esnasında, Silsile-i Aliyye’nin yedinci halkası Ebû Ali Fârmedî (k.s.) ile karşılaşmış ve ona intisap etmiştir. Fârmedî Hazretlerinin sohbetinde pişmiş, “Ledün ilmi”ne vakıf olmuş ve şeyhinin emriyle Merv şehrine yerleşerek irşad postuna oturmuştur.
İbretlik Menkıbe: Üç Genç ve Edebin Sırrı
Yusuf Hemedânî Hazretleri Bağdat’a geldiğinde Nizamiye Medresesi’nde vaaz veriyordu. O sırada Bağdat’ta ilim tahsil eden üç genç, onu ziyarete karar verdiler. Bu üç genç; İbnü’s-Sakka, Ebû Said Abdullah ve o zamanlar henüz genç bir delikanlı olan Abdülkadir Geylânî (k.s.) idi.
Yolda giderken İbnü’s-Sakka kibirle, “Ona öyle zor bir soru soracağım ki cevabını veremeyecek” dedi. Ebû Said Abdullah, “Ben de bir soru soracağım, bakalım ilmi ne kadarmış?” dedi. Geleceğin Gavs-ı Azam’ı Abdülkadir Geylânî ise edeple başını öne eğdi: “Allah korusun! Ben sadece onun mübarek yüzünü görüp bereketlenmek için gidiyorum, huzurunda soru sormaktan haya ederim.”
Huzura vardıklarında Yusuf Hemedânî Hazretleri (k.s.), kalp gözüyle onların niyetlerini okudu. Önce İbnü’s-Sakka’ya döndü ve celalle: “Yazıklar olsun! Demek beni imtihan edeceksin? Senden küfür kokusu alıyorum!” buyurdu. Sonra Ebû Said’e döndü: “Sen de beni tecrübe etmek istiyorsun. Ömrün bereketli olmayacak.” En son edep timsali Abdülkadir Geylânî’ye döndü, yüzü gülümsedi ve onu yanına oturtup sırtını sıvazladı: “Ey Abdülkadir! Bu edebin sayesinde, senin ayağının ileride bütün velilerin omzunda olacağını görüyorum.”
Yıllar sonra bu keşif aynen zuhur etti: İbnü’s-Sakka, Bizans elçisi olarak gittiği İstanbul’da Hristiyan olup İslam’dan çıktı ve sefil bir halde öldü. Ebû Said dünyalık peşinde koştu ama bereketsiz bir ömür sürdü. Abdülkadir Geylânî (k.s.) ise “Gavs-ı Azam” oldu ve manevi sultanlığı kıyamete kadar baki kaldı. Bu hadise, Nakşibendi yolunun “Edep, ilimden öncedir” düsturunun en çarpıcı delilidir.
Dört Halife ve Yol Ayrımı
Yusuf Hemedânî (k.s.), 60 yılı aşkın irşad hayatında sayısız talebe yetiştirdi. Ancak içlerinden dört tanesi, onun manevi mirasını devralan “Dört Halife” olarak tarihe geçti:
- Hâce Abdullah-ı Berkî (k.s.)
- Hâce Hasan-ı Endâkî (k.s.)
- Hâce Ahmed Yesevî (k.s.): Türkistan piri, Yesevilik yolunun kurucusu.
- Hâce Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s.): Nakşibendilik (Hâcegân) yolunun kurucusu ve silsilemizin bir sonraki halkası.
Yusuf Hemedânî Hazretleri, vefatından önce Ahmed Yesevi’ye Türkistan tarafına gidip oradaki halkı irşad etmesini işaret ederken; Abdülhâlik Gucdüvânî’ye ise Buhara tarafında kalarak “Hâcegân” yolunu (Sünnet’e sıkı bağlılık ve gizli zikir esasını) sistemleştirmesini vasiyet etmiştir. Böylece bir pınardan iki büyük nehir akmıştır.
“Rütbetü’l-Hayat” ve Hayatın Manası
Yusuf Hemedânî Hazretleri, “Rütbetü’l-Hayat” (Hayatın Mertebesi) adlı eserinde insanın yaratılış gayesini anlatır. Ona göre gerçek hayat, nefes alıp vermek değil; kalbin Allah ile dirilmesidir. Şöyle buyurur: “İslam ve iman, dille ikrar etmekten ibaret değildir. Asıl mesele, kalbin o imanın tadını tatması ve ahlakın güzelleşmesidir.”
O, Sultan Sencer gibi kudretli hükümdarların saygısını kazanmış olmasına rağmen, dünyadan hep uzak durmuş, yamalı hırkasıyla halkın içinde yaşamış ve “Halk içinde Hak ile beraber olma” sırrını talebelerine aşılamıştır.
Vefatı ve Emanetin Teslimi
Hâce Yusuf el-Hemedânî (k.s.), Hicri 535 (Miladi 1140/41) yılında, Herat’tan Merv’e dönerken yolda hastalanmış ve ruhunu Rahman’a teslim etmiştir. Kabr-i şerifi bugün Türkmenistan’ın Merv (Bayram-Ali) şehrindedir.
O (k.s.), silsiledeki en ağır ve hassas emaneti, “Oğlum” diye hitap ettiği ve Hızır (a.s.) ile beraber yetiştirdiği manevi evladı Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s.) Hazretlerine bırakmıştır. Artık silsilemiz, Gucdüvânî Hazretlerinin koyacağı “Kelime-i Kudsiyye” (Huş der Dem, Nazar ber Kadem gibi 11 esas) ile yeni bir döneme, “Hâcegân Dönemi”ne girecektir.
Bir sonraki yazımızda; Nakşibendi yolunun kurucu esaslarını belirleyen, Hızır (a.s.)’ın yoldaşı ve “Hâcegân” yolunun piri Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s.) Hazretlerini, onun belirlediği 11 temel prensibi ve manevi dünyasını detaylarıyla ele alacağız.
Allah (c.c.), bizleri Yusuf Hemedânî Hazretlerinin feyzinden mahrum eylemesin.
Sohbete Katıl