Silsile-i Nakşibendiyye 11 Aralık 2025

İmam Cafer-i Sâdık (k.s.)

bende 7 dk okuma

Silsile-i Aliyye’nin dördüncü halkası, iki büyük nehrin birleştiği okyanus, Ehl-i Beyt’in nuru ve şeriat ile tarikatın sultanı İmam Cafer-i Sâdık (k.s.) Hazretleri ile devam ediyoruz.


İki Denizin Birleştiği Sultan: İmam Cafer-i Sâdık (k.s.)

Silsile-i Zeheb’in (Altun Silsile) dördüncü halkasında, manevi emanet öyle bir zata intikal etmiştir ki; O, Nübüvvet bahçesinin en nadide gülü, ilmin kapısı ve irfanın zirvesidir. İmam Cafer-i Sâdık (kuddise sirruh), İslam tasavvuf tarihinin en kilit noktalarından biridir. Çünkü O’nda iki büyük nur; Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) “Sıddıkiyet” nuru ile Hz. Ali’nin (r.a.) “Velayet” nuru birleşmiştir.

Biz Nakşibendi dervişleri için İmam Cafer-i Sâdık Hazretleri, yolumuzun “kavşak noktası”dır. Zira dedesi Kâsım bin Muhammed (k.s.) vasıtasıyla Hz. Ebû Bekir’den gelen “Hafî Zikir” (Gizli Zikir) yolunu ve baba tarafından Hz. Ali’den gelen “Cehrî Zikir” yolunu şahsında cem etmiş, lakin tercihini ve irşadını “Hafî Zikir” üzerine devam ettirerek Silsile-i Aliyye’nin bugünkü rengini belirlemiştir.

Nesebi ve “İki Kere Doğdum” Sırrı

İmam Cafer-i Sâdık (k.s.), Hicretin 80. yılında (Miladi 699) Medine-i Münevvere’de dünyaya gelmiştir. Babası, Ehl-i Beyt’in büyük imamı Muhammed Bakır (k.s.), annesi ise Hz. Ebû Bekir’in torunu Kâsım bin Muhammed’in kızı Ümmü Ferve (r.anha) validemizdir.

Bu muazzam soy birleşimi sebebiyle İmam Cafer-i Sâdık (k.s.) şöyle buyurmuştur: “Beni Ebû Bekir iki kere doğurdu.” (Veledenî Ebû Bekir merreteyn)[1]Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, c. 6, s. 255; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 9, s. 112.. Bu sözün manası şudur: Annesi Ümmü Ferve, Kâsım bin Muhammed’in kızıdır; Kâsım ise Hz. Ebû Bekir’in oğlu Muhammed’in oğludur. Annesinin annesi Esma ise Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahman’ın kızıdır. İşte bu sebeple o, damarlarında hem Resûlullah’ın (s.a.v.) hem de Sıddık-ı Ekber’in (r.a.) kanını taşımaktadır.

İlimdeki Derinliği ve Mezhep İmamlarının Hocası

İmam Cafer-i Sâdık (k.s.), yaşadığı dönemde ilmin kutbu idi. Mescid-i Nebevi’de kurduğu ilim halkasından binlerce talebe yetişmiştir. Sünni dünyasının en büyük fıkıh alimleri olan İmam-ı Azam Ebû Hanife ve İmam Mâlik (r.a.) hazretleri, bizzat onun rahle-i tedrisinden geçmişlerdir.

İmam-ı Azam Ebû Hanife Hazretleri, onun hakkında şu tarihi itirafı yapmıştır: “Şayet o iki yıl (İmam Cafer’in dersinde bulunduğum yıllar) olmasaydı, Numan (Ebû Hanife) helak olurdu.”[2]Alûsî, Muhtasaru Tuhfeti’l-İsna Aşeriyye, s. 8. Bu söz, İmam Cafer-i Sâdık’ın sadece zahiri fıkıhta değil, batıni ilimlerde ve manevi terbiyede (tasavvuf) de ne denli büyük bir mürşid olduğunun delilidir. Kimya ilminin babası sayılan Câbir bin Hayyan dahi onun talebesidir ve eserlerinde sık sık “Cafer-i Sâdık bana dedi ki” diyerek ona atıfta bulunur.

Nakşibendi Yolundaki Yeri: Fenâfillah ve Bekâbillah

Nakşibendi yolunun temeli olan “Ehl-i Sünnet itikadına sımsıkı bağlılık” ve “Şeriatsız tarikat olmaz” düsturları, İmam Cafer-i Sâdık (k.s.) tarafından sistemleştirilmiştir. O, aşırı uçlara (Gulat) ve sapkın batıni yorumlara karşı her zaman Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat çizgisini savunmuştur.

Bir gün birisi ona, “Allah’ı bana öyle anlat ki, O’nu görür gibi olayım” dediğinde, İmam ona şu muazzam cevabı vermiştir: “Vah sana! Gözler O’nu göremez, lakin kalpler O’nu imanın hakikatleriyle görür. O, ne duyularla idrak edilir ne de insanlara benzetilir.”[3]Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c. 3, s. 193.

Onun yolu, keramet göstermek veya havada uçmak değil; kulun acziyetini bilip Rabbine tam teslim olmasıydı. Şöyle buyururdu: “Amelsiz şefaat bekleyen, yaysız ok atana benzer.” Bu söz, biz dervişler için tembelliği yasaklayan en büyük ikazdır. Sadece “Şeyhim beni kurtarır” diyerek kenara çekilmek, bu yolun edebine aykırıdır; gayret gerekir, amel gerekir, gözyaşı gerekir.

İmtihanlar ve Sabır Kalesi

Ehl-i Beyt imamlarının ortak kaderi olan zulüm ve baskı, İmam Cafer-i Sâdık (k.s.) döneminde de devam etmiştir. Emevi ve Abbasi halifeleri, onun halk üzerindeki manevi etkisinden çekinmiş, onu defalarca zindana atmış veya gözetim altında tutmuşlardır. Ancak o, hiçbir zaman siyasi bir isyana kalkışmamış, “Bizim krallığımız gönüller üzerinedir” diyerek irşad vazifesine devam etmiştir.

Halife Mansur, onu öldürmek kastıyla defalarca sarayına çağırmış, ancak her seferinde İmam’ın yüzünü görünce heybetinden titreyerek ona saygı göstermek zorunda kalmıştır. Bir defasında Mansur, sineklerin yüzüne konmasından rahatsız olup “Allah sineği niçin yarattı?” diye öfkeyle sorunca, İmam Cafer (k.s.) hiç çekinmeden şu cevabı vermiştir: “Zalimler ve kibirliler, acizliklerini anlasınlar diye!”[4]İbn Hacer el-Heytemî, es-Savâiku’l-Muhrika, s. 201.

Sırrın İntikali ve “Uveysî” Bağ

İmam Cafer-i Sâdık (k.s.), Hicretin 148. yılında (Miladi 765) Medine’de zehirlenerek şehit edilmiştir. Cennetü’l-Baki mezarlığına, babası ve dedelerinin yanına defnedilmiştir.

Burada, silsilemizle ilgili çok ince ve hayati bir nokta vardır. Silsile-i Aliyye şemasında İmam Cafer-i Sâdık’tan sonra gelen isim Bâyezid-i Bistâmî (k.s.) Hazretleridir. Ancak tarih kitaplarına baktığımızda, İmam Cafer’in vefatı (H. 148) ile Bâyezid-i Bistâmî’nin doğumu arasında zaman farkı vardır (Bâyezid Hazretleri H. 160 veya 188 civarında doğmuştur). Yani zahirde birbirlerini görmemişlerdir.

Peki, emanet nasıl aktarılmıştır? Nakşibendi büyükleri ve “Tabakât” kitapları bu durumu “Ruhaniyet Yoluyla” veya “Uveysîlik” ile açıklar. İmam-ı Rabbani (k.s.) Hazretleri, Mektubat’ında bu durumu şöyle izah eder: “Bâyezid-i Bistâmî’nin, İmam Cafer-i Sâdık’ın ruhaniyetinden istifade etmesi ve feyz alması, cismani görüşmeden çok daha kuvvetli olmuştur.”[5]İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, c. 1, 58. Mektup.

Bu, tarikatımızda “Zaman ve mekan kaydının kalktığı” özel bir intikal şeklidir. İmam Cafer-i Sâdık’ın (k.s.) o muazzam “Sıddıkiyet” ve “Velayet” nuru, arada zahiri bir vasıta olmaksızın, doğrudan Bâyezid-i Bistâmî’nin kalbine, manevi bir tasarrufla boşaltılmıştır. Bu, Bâyezid’i “Sultanü’l-Arifin” (Ariflerin Sultanı) makamına yükselten sırdır.

Şimdi sıra, o sırrı taşıyan, “Cübbemin içinde Allah’tan başkası yok” diyerek Fenafillah’ın zirvesine çıkan, aşk ve cezbe deryası Bâyezid-i Bistâmî (k.s.) Hazretlerine gelmiştir. Bir sonraki yazımızda, Bistam’dan yükselen bu güneşin hayatını ve tarikatımıza kattığı o derin manaları ele alacağız.

Allah (c.c.), bizleri İmam Cafer-i Sâdık Efendimiz’in ilim ve irfanından ayırmasın.

Dipnot

Dipnot
1 Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, c. 6, s. 255; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 9, s. 112.
2 Alûsî, Muhtasaru Tuhfeti’l-İsna Aşeriyye, s. 8.
3 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c. 3, s. 193.
4 İbn Hacer el-Heytemî, es-Savâiku’l-Muhrika, s. 201.
5 İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, c. 1, 58. Mektup.

bende

Gönül dünyasından kelamlar eden bir yolcu.

Yazarın Tüm Yazıları →

Bunları da Okumak İsteyebilirsiniz

Gönül Sohbetleri (0)

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Sohbete Katıl

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İçerik kopyalanması engellenmiş.