Silsile-i Nakşibendiyye 11 Aralık 2025

Hâce Ârif er-Rîvegerî (k.s.)

bende 7 dk okuma

Silsile-i Aliyye’nin onuncu halkası, “Hâcegân” yolunun edep timsali, uzun ömrünü Sünnet-i Seniyye’yi ihyaya adamış ve “Âriflerin Önderi” (Pîşuvâ-yı Ârifân) lakabıyla maruf Hâce Ârif er-Rîvegerî (k.s.) Hazretleri ile devam ediyoruz.


Âriflerin Önderi: Hâce Ârif er-Rîvegerî (k.s.)

Silsile-i Zeheb’in (Altun Silsile) onuncu durağında, emaneti “Hâcegân” yolunun kurucusu Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s.) Hazretlerinden devralan, o ağır yükü omuzlayıp bir asra yakın bir süre taşıyan büyük bir veli ile karşılaşıyoruz: Hâce Ârif er-Rîvegerî (kuddise sirruh).

O, Gucdüvânî Hazretlerinin “Kelime-i Kudsiyye” (11 Temel Esas) ile sistemleştirdiği bu yolu, Orta Asya’nın bağrında kökleştiren zattır. Nakşibendi yolunun inceliği olan “Hizmet” ve “Teslimiyet” sırrını hayatının her anına nakşetmiş, yüzü ay gibi parlayan, kokusu gül bahçelerini andıran bir gönül sultanıdır.

Buhara’nın Gül Kokulu Köyü: Rîveger

Hâce Ârif (k.s.), Buhara’ya yaklaşık 30-40 kilometre mesafede bulunan (Gucdüvân’a ise sadece 1 mil uzaklıkta olan) Rîveger (bugünkü adıyla Rivgir) kasabasında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi hakkında kaynaklarda ihtilaf olsa da, Hicri 560 (Miladi 1165) civarında doğduğu rivayet edilir. Ancak o kadar uzun ve bereketli bir ömür sürmüştür ki, bazı kaynaklarda 100 yılı aşkın (Muammerûn) yaşadığı belirtilir.

Fiziki şemaili kaynaklarda şöyle tarif edilir: Orta boylu, hilal kaşlı, iri gözlü, buğday tenli ama yüzü nurundan dolayı pembeye çalan beyazlıkta (gül kurusu renginde) idi. En dikkat çekici özelliği ise vücudundan yayılan o muazzam güzel kokuydu. Yanına yaklaşanlar, sanki bir misk dükkanına girmiş gibi ferahlar, onun meclisinden ayrılmak istemezlerdi.

Çarşıdaki “Yük” ve Kaderin Dönüm Noktası

Hâce Ârif er-Rîvegerî, gençliğinde zahiri ilimlere, fıkıh ve hadis tahsiline çok meraklıydı. Medresede ders okur, zamanının çoğunu kitaplarla geçirirdi. Ancak kalbinde tarifi imkansız bir boşluk vardı. O boşluğun dolması, bir “Pazar Yeri” karşılaşmasına bakıyordu.

Bir gün Rîveger çarşısında yürürken, devrin kutbu Abdülhâlik-ı Gucdüvânî (k.s.) Hazretlerini gördü. Gucdüvânî Hazretleri, evinin erzak alışverişini yapmış, elinde torbalarla yürüyordu. Genç Ârif, o nurani yüzü görünce kalbinde bir titreme hissetti. Hemen edeple yaklaştı: “Efendim, müsaade buyurursanız yükünüzü ben taşıyayım, size zahmet olmasın.”

Gucdüvânî Hazretleri bu teklifi kabul etti. Ârif, yükü sırtlandı ve dergaha kadar taşıdı. Kapıya geldiklerinde Gucdüvânî Hazretleri ona döndü ve o tarihi daveti yaptı: “Evladım, zahmet ettin. Bir saat sonra gel, bu yemeği beraber yiyelim.”

Ârif, oradan ayrıldı ama aklı ve kalbi o kapıda kaldı. Bir saat sonra koşarak geri döndü. O sofrada yenen sadece zahiri bir yemek değildi; Gucdüvânî Hazretleri ona manevi bir lokma sundu. O günden sonra Ârif er-Rîvegerî, medresedeki derslerini aksatmak pahasına Gucdüvânî’nin sohbetlerine devam etmeye başladı.

Medrese Hocası ve Keramet Tokadı

Hâce Ârif’in medresedeki hocası, tasavvuf ehline karşı mesafeli, hatta inkarcı bir zattı. Ârif’in dersleri bırakıp bir dervişin peşinden gitmesini hazmedemiyor, her fırsatta Gucdüvânî Hazretleri aleyhinde konuşuyordu. “Sen ilim talebesisin, o cahil sofuların yanında ne işin var? Vaktini ziyan ediyorsun!” diyerek Ârif’i azarlıyordu. Hâce Ârif ise edep ediyor, hocasına cevap vermiyordu.

Bir gece, o inkarcı hoca, nefsine uyup büyük bir günah işledi (haram yedi veya gayrimeşru bir iş yaptı). Bu günahı gizlice işlemişti, kimsenin görmediğini sanıyordu. Ertesi sabah derse geldiğinde, yine Hâce Ârif’e yüklenmeye, tasavvuf yolunu kötülemeye başladı. Hâce Ârif dayanamadı, başını kaldırdı ve celalli bir sesle: “Hocam! Hem dün gece o malum günahı işlersin, hem de sabah gelip bizi Hak yolundan döndürmeye çalışırsın! Bu nasıl iştir?” dedi.

Hocası donup kaldı. Rengini attı. Çünkü o günahı Allah’tan ve kendisinden başka kimse bilmiyordu. Anladı ki bu genç, “Kalp Gözü” açık bir velinin terbiyesindedir. Hoca hemen tövbe etti, cübbesini düzeltti ve Hâce Ârif’e: “Evladım, beni o zatın huzuruna götür” dedi. Beraberce Gucdüvânî Hazretlerine gittiler ve o hoca da bu yola intisap etti.

Hizmet ve İrşad Postu

Hâce Ârif er-Rîvegerî, tam manasıyla bir “Hizmet Eri” idi. Şeyhi Abdülhâlik-ı Gucdüvânî vefat edene kadar onun kapısından ayrılmadı. Gucdüvânî Hazretlerinin dört büyük halifesi vardı (Hâce Evliyâ-yı Kebîr, Hâce Ahmed Sıddık, Hâce Evliyâ-yı Kelân ve Hâce Ârif Rîvegerî). Ancak içlerinde şeyhinin vefatından sonra irşad makamını tam yetkiyle devralan ve silsileyi devam ettiren Hâce Ârif oldu.

O, irşad hayatı boyunca şeyhinin koyduğu “Hafî Zikir” (Sessiz Zikir) usulüne sıkı sıkıya bağlı kaldı. Müridlerine hep şunu telkin etti: “Allah’ı öyle sessiz zikredin ki, dudaklarınız bile kıpırdamasın. Zikir kalbe aittir.” O, çok nazik, halim selim bir zattı. Kimseyi kırmaz, kendisine kaba davrananlara bile tebessümle karşılık verirdi. Ancak Sünnet-i Seniyye’ye aykırı bir bidat gördüğünde aslan kesilir, onu düzeltmeden rahat etmezdi.

Vefatı ve “Sesli Zikir” (Cehrî Zikir) Sırrı

Hâce Ârif er-Rîvegerî (k.s.), ömrünün son demlerine geldiğinde çok kritik bir karar verdi. Nakşibendi/Hâcegân yolunda esas olan “Gizli Zikir” iken, vefatına yakın halifesi Mahmud İncir Fağnevi’ye “Sesli Zikir” (Cehrî Zikir) yapması için izin verdi.

Dervişler şaşırdı: “Efendim, pirimiz Gucdüvânî bunu men etmemiş miydi?” Hâce Ârif, feraset dürbünüyle geleceği görerek şu cevabı verdi: “Mahmud’a sesli zikir yapmasını ben emrettim. Çünkü zaman değişti, gaflet arttı. İnsanların kalbi katılaştı, uyuyanları uyandırmak için artık kuvvetli bir sese, bir çığlığa ihtiyaç var. Bırakın o (Mahmud), gafilleri zikir tokmağıyla uyandırsın!”

Bu hadise, tarikatımızda “Usulde (esasta) değil, Metotta (yöntemde) esneklik” ilkesinin bir göstergesidir. Mürşid-i Kâmil, zamanın hastalığına göre ilacı değiştirebilir.

Hâce Ârif er-Rîvegerî Hazretleri, miladi 1209 (H. 606) veya bazı kaynaklara göre daha geç bir tarihte Rîveger’de vefat etti. Kabr-i şerifi bugün Özbekistan’ın Buhara vilayetine bağlı Şefirkân ilçesindedir ve “Hâce Ârif Mohi Tâbân” (Ay gibi parlayan Ârif Hoca) adıyla büyük bir ziyaretgahtır.

O, sancağı, “Gafilleri uyandıran aslan” lakaplı halifesi Hâce Mahmud İncir Fağnevi (k.s.) Hazretlerine devretti. Bir sonraki yazımızda; sesli zikriyle Buhara semalarını inleten, Hızır (a.s.)’ın övgüsüne mazhar olan büyük veli Mahmud İncir Fağnevi Hazretlerinin hayatını ve kerametlerini tafsilatıyla anlatacağız.

Allah (c.c.), bizleri Âriflerin Önderi Hâce Ârif Hazretlerinin edebinden ve güzel kokusundan hissedar eylesin.

bende

Gönül dünyasından kelamlar eden bir yolcu.

Yazarın Tüm Yazıları →

Bunları da Okumak İsteyebilirsiniz

Gönül Sohbetleri (0)

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Sohbete Katıl

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İçerik kopyalanması engellenmiş.